TÜRKLER GELİYOR

Türkler şu coğrafyayla betimlenebilir:
“Üç deniz arasında denizsiz”
Ve eki: “Denize sıçan”

Türkler o kadar da tembel bir halk değildir. Verimliliği ayrı tutuyorum.
“Pazar günü sadece fahişeler ve Türkler çalışır.” Yeni bir Rus atasözü

Kadim zamanlardan beri Akdeniz’de öğle uykusu veya siesta (altıncı saat) geleneği vardır. Yunanlılar daha sadık, ama Akdeniz Bölgesi’nde köylerde Türkler de siestaya uymaya ve öğle uyumaya devam ediyorlar.

Halklar demokrat olur mu?
Eğer oluyorsa, Türkler bunların en önde gelenlerinden biri değil sanırım. Ve halkların demokrat olamazlığı az buz bir olasılık da değil.

“Türksün di mi?” dedirtecek Türk davranış tipikleri:

Türk olmak, çizik cd’yi kolonyayla silmekmiş. Yeni aldığı otonun koltuk naylonlarını iki yıl tepe tepe kullanmakmış. Uzaktan kumandanın şeffaf kılıfı daha da uzun süre kullanılır, telef olmuşsa kalitesiz bir jelatinle yeri doldurulur. Basit türklük testleri, tarama testi olarak kullanılabilecekler arasında; çocuk yetiştirmede yeme sorunu yaşamayan Türk ailesi var mıdır? Orası tamamen sorunsuz geçildiyse Türk değildir.

Yol tarifi Türkiye’de nasıl yaygın örgün bir sapıklıksa başvuru yeri veya yol sorma da o kadar ters sapıklık düzeyinde. En az erkeklerdeki hiç yol-iz sormama kadar. Onlar da haklı. Türkiye’de kimse bilmiyorum diyemez ki! Özümüze ters. Buna karşılık yol tarif etme özürlüsü insan ile adres tariflerini hiç anlamayan insan iki deli gibi birbirini bulurlar.

Diyelim, iki kişilik bir ekip kurulacak.. Bir grup “en az iki”, öteki “en çok iki” dedi diye bitmez bir kavgaya tutuşmaları bir Türkiyelik, Türklük durumudur, onaylı damgalı şekilde tipiktir.

Ancak “yumurta kapıya dayandı mı”. Bu özelliğimiz pahalıya mı patlıyor, ucuza mı getiriyoruz? Emin değiliz, çalışmalarımız devam ediyor. Bir halk sözünde yabancı birine “Türkün sonraki aklı bende olsaydı,” dedirtirler. Türkün aklı. Türkün aklı ya sıçarken ya kaçarken gelir. Yumurta kapıya gelince, son dakikacılık, türkün son dakika insanı olması. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Krizlerde, savaş gibi acil dar zamanlarda, kaçış ve sıçışta kozmik enerjimiz depreşir. Son dakkacılık kültürel Türklük için yüzde 90 ayırdettiricidir.

Türkü Türk yapan şeyler arasında belki az dikkat çeken bir tanesi “süper çözüm” beklentisidir. Hem ayranım dökülmesin hem götüm sikilmesin, hem şoför arkası hem cam kenarı, hem pasta bütün hem toraman tok. Sanki bedelsiz, maliyetsiz, yan etkisiz çözüm varmış gibi Türkler illa onu arar, sorar. Çocuk millet dedik ya, onun uzanımı. Koca analar, babalar, toplum da öyledir, sadece deneyimsizler değil. “Her seçim bir vazgeçiştir” diyeni hastasını öldüren doktor gibi yok etmeye kalkışabilirler. Sanırsın ki tarihte bunlar hiç zorlanmadı, yok yoksul olmadı.

“Düğün olsa da gitmesek, çağırmasalar da küssek,” der. Her yaşında öyle veya böyle “ele güne karşı”cı ve “elalem ne der”cidir. Sanırım, işbirlikçilikten çok çatışmacılık bir Türk insanı özelliği. Olasılıkla bu huyları onları ortak hareket etmek üzere bir gruba katılmaya özendiriyor. Çatışmacılık barış zamanlarında spor ve antreman yerine geçiyor. İşbirliği sürü ve çete halinde hızlı ilerlemek, ezip geçmekten başka bir beceri örüntüsü. Sürü zamanı geldiğinde Türkler beyinlerini, düşünme yetilerini rahatça askıya alıp bir emir al-ver, öl-öldür makinesi haline gelebiliyor.

Dünya tarihinde coğrafyadan Türkler ortadan tümden kaybolsa, dünyada Türk eksikliği hissedilmeyebilir. Ama nedense bir türlü de bu dünyadan Türkler eksilmez, tam eksilmez. Son yüzyılın büyük atağı; Yeni Dünya’da aşırı kalabalık olmasa da, Türkler Almanya Acı Vatan’da Viyana Kuşatması’na göre daha başarılı bir sızma ve çoğalma harekatı başarmıştır. Yeni Kavimler Göçü olan Mülteci Krizi’nden önce hem.

Birazcık yayalım: Türkler dünyanın en fazla çelişki, ambivalans, karmaşa taşıyan toplumu. Teker teker bakıldığında en basit, sade, saf görülebilecekleri halde. Bir kere, doğal coğrafyaları çok geniş, hem de asla buyur edilmedikleri halde. Nasıl olabildilerse Türkler hem savaş hem uyum ustası. Avustralya yok, Afrika yok doğal coğrafyalarında. Sibirya doğal olarak var, Hindistan bile var. Çin’e karşı sadece rakip olarak yoklar, Çin’de hanedan olarak varlar. Nepal ayak altı, Hindistan’da Babür Şah İmp. var. Büyük patron, kayırılmış lanetli çocuk Yahudilerle de benzerlik ve akrabalık mümkün. Suriye göçmenleri Güney Amerika’da Turco diye adlandırılıyor. Şimdi Türkler en uzak genetik ve kültürel formata sahip Almanlarla melezleşme yolunda. Kendileri şaşkın, ama şaşkına çevirmede de mahirler. Fransızlarla ne kadar uzun süre kültür ortaklaştırdılar. İspanya ile doğrudan ilişki zayıf, ama tarihsel maceraları benzer. İtalyan Yunan kültürleri uzak ve şaşırtıcı bile değil. Mısır ile hem aldık, hem verdik. Macarlarla yakın kuzenler. Kuzeyden Finler üzerinden Viking dostu sayılırlar. Leh dediğimiz Polonları sahiplenmişiz. Hiçbirinin dilini bilmezken hepsiyle tarih bağı kurabiliyorlar. Amerikan imparatorluğunu tarihte kalıcı kılmak için Amerikalılar başlıca Roma ve Osmanlı tarihini inceliyor. Daha ayrıntılı bilmek gerekir, Türklerin tarihsel Çin rekabeti güncelde asıl Amerika’yla değil imparatorluk İngiltere’siyle varsayılmalıdır. Ve gerçekten beyinle yürek rekabeti gibi en zorlu macera ve savaşıma adaydır. Türkler güce ve varlığa taptıklarından genel olarak nefret ettikleri sol ve ezilmiş bilincini belki İngiltere/Batının acımasız egemenliğine karşı taşıyor. Günümüz Türkü belki kendini aşağı görerek uyuyan dev havalarında güç toplamaktadır. Başa dönersek, Türkler yok olsa dünya ne kaybeder? Belki hiçbir şey, ama tarihin akışı öyle yürümemekte.

Türkler öngörülebilir, yalnız kolay durdurulamaz bir sürüdür. Bir yandan çocuk millet, bir yandan bencil, kuşkucu, dışlayıcı. Murphy Türk Yasası: “Bir Türk, Murphy yasalarının başka kimseye değil, gıcıklık olsun diye yalnızca ona işletildiğini sanır. Hayrettir, bu algı bütün bütüne yanlış değildir.” Bunların yanında kuantuma ve hayatın ritmine uygun bir akışçılıkları var, emin olamıyorum. Onlar için her prenses benim prensesim, her düşman bana düşman. Ha, bu Türklerin aynı zamanda taklitçi, komşucu, komşusever oluşuyla da uyum içinde. Her türk bir Nasrettin Hoca’dır, bir de Keloğlan’dır, bu kimlikler devam ediyor. Bir parça da Deli Dumrul. Bilgin Saydam hocamız kocaman kitabını yazdı. Romanlarıyla Türk tipolojisi kuran iki büyük yazarımız Kemal Tahir ve Yusuf Atılgan. Aslında bütün büyük yazarlar toplumlarının ve zamanlarının aynası oluyor. Aynası oldukları gerçekliklerle güreşmeleri, yenişmeleri gerekiyor. O yüzden dilleri ya kekre ya acı olur.

Türkler Doğu dünyası ile Batı dünyasının en büyük birleştirici, köprü halkı ve kültürüdür. Diğer bir doğu batı köprüsü halk olan Ruslarla benzerliğimiz ve dip yakınlıklarımız var, onlarla daha fazla görüşmeliyiz. Yalnız görünen o ki, Ruslar daha tekil bireysel dahiler ve manyaklar çıkarıyorlar. Türkler genel olarak irrasyonel ve çılgın; ama hareketli, hızlı ve kitleseller. Türklerin kendilerine, cehaletine rağmen bir derinliği, kültür çekimi vardır. İki ulusun köprülük özellikleri, nitelikleri farklı olabilir. Ruslar demirperde disiplinini içlerinden ürettiler, bizim içimizden disiplin nasıl üreyecek bakalım, üremezse şaşmam. Kadim Türk mottosu: “İn sopa, we believe.”

Çerkezler usta ve profesyonel askerlerdir, Türkler ise genel olarak asker millet. Çerkesler paralı askerlikte çok iyiler, Türkler “vatan sana canım feda”, yani bitli piyadelikte. Tabii hareketlilik kültürel olarak önemli özelliğimiz olduğundan, atlı askerlik azalmışken araba, otomobil, kamyon her türlü motorlu araç Türklerin doğal beceri ve sahiplik hedefindedir. 15 temmuz’da da bu çılgın sokağa, kana dökülme eğilimini gördük. Çerkezlerle Türklerin ortak yönleri asker millet olmaları, atlı tarihe yaslanmaları, ata ve atalar kültüne verdikleri yüksek önem, anaerkillikten ancak ana merkezliliğe geçebilmiş olmaları. Türkler yüzyıllarca kadın bağımlılığı ve egemenliği tattılar da İngilizlerin Victoria’sı gibi dişil bir zaferiye sözcüğü tarif edemediler. Yarım buçuk muzaffer var. Türkler askeri sivil, tekil çoğul bütün zaferleri eril sanıyordu. “Türkler savaşa, düğüne çağrılmış gibi giderler.” Tractatus

Komşu bin yıllık kardeş halk var: Kürtler. Kürt kültürü veya sosyolojisiyle (antropoloji mi demeli?) ilgili dikkatimi çeken bir taraf; genetik ve dilsel soyları bireyselliğin limitine varan Avrupa ile akraba olduğu halde Kürt davranış kodu daha çok Türklerin sürü davranışına benziyor. Tarihsel bilinci olan bir Kürt doktordan duydum: “Kürt sevmeyen Türk değil, Türk sevmeyen Kürt değildir (sayılmaz).” Tabii, bu başlık farklılaşma bakımından da incelenmeli: Kürtlerin toplu davranış özellikleri Türklerin sürüsel davranış özelliklerinden nasıl farklıdır?

O değil de, Türklerin şu Perslerle (İranlılar) Yunanlılara (Rumlar) yaptığını gördünüz mü? Yüzyıllar yıllardır bir onlar doğuya, bir bunlar batıya yüklenir, birbirini dalgalandırır, sorgular dururdu. Biz sonradan görme Türkler bir kama gibi aralarına girdik. Bin yıldır, birbirlerine alışıldık şehvetle dokunup, yekdiğerinin gözlerinin içine bakmasına engel oluyoruz. Yunan politikasındaki Türk düşmanlığı ve Avrupalıların Türk korkusu biraz da bu Anadolu’nun beklenmedik kaderinden okunmalı. Ermeni Rum Kürt ülkesi bin yıldır Türklerle yatıp kalkıyor, bünyesinden atmış, kovmuş değil, acayip.

[İhtiyar adamcağız, yüzüne dik dik baktı, daha sonra çanın olduğu yere doğru adımladı. “Tü-ük-le ge-ge-liy! Tü-ük-le ge-ge-liy!” diye tısladı anlaşılmaz sesiyle ve eline aldığı bir demir parçasıyla dehşet içinde vurdu. (…) “Elinin körüdür o gelen, seni Tanrı’nın delisi!” diyerek saydırdı doktor, adama; (…)] Laszlo Krasznahorkai – Şeytan Tangosu

Lawrence Durrel “Hiçbir Yunanlı aforizmaya dayanamaz; biçiminden dolayı onun doğru olduğuna inanacaktır, yanlış bile olsa,” diyor. bu, hitabete çok duyarlı olan Türkler için de geçerli. Güzel konuşan bütün politikacılara aldanmışlardır. Türk toplumu sanıldığından daha anaç. Politikacıları onun çocukları, hatta sakat çocuklarıdır. Kendi evreninin politikacısını “Al bakalım, sana izin, benimle oyna, beni eğlendir, gezdir bakayım,” diye hafif garipseyen sakin gözlerle izliyor.

Türk veya Türkiye halkı yeniden yuvarlanmaya başladı. Eskiden hiç olmazsa silahlı olarak yuvarlanırdı. Büyük tarihsel kavşaklarda çöpçü balığı gibi kendini ve çevresini aktar dönder ederdi. Şimdi ise silahsız şekilde, gözünü yumarak dönmeye-tekerlenmeye başladı. Artık çevre evrenimiz yani Ortadoğu için adaleti ve güvenli-yapıcı gücü temsil etmiyoruz. Yanar döner, serseri mayınlığı, çıkarcı-fırsatçı arayışı, hırsızlar ve ölü cepçisi güruhunu temsil ediyoruz. Saframız müsilaj gibi yüzeye vurdu. Güçlü de değil, uyanık da değil, vicdanlı da değiliz. Umut tükenmemiş olabilir, çok az. Nereye gidilebilir adına toplumumuzu toplamımızı yorumluyorum.

Corona günlerinin 2020 sürprizi olan coşkulu sokağa çıkma yasağı kutlamalarına yorumum: Biz Türkler çözülebilecek bir sorun değiliz, çözüm ve sorun yumağıyız, ganglionuz. Anatomiye katkımız Türk semeri diye çevrilebilecek olan Cella Turcica’dan ibaret kalmayacak. Bu gidişle ileride insan vücudunda bir bölgede bir Türk düğümü veya Türk çakrası bile gelişebilir. Biyolojik evrim Türkleri de hesaba katarak gıdım gıdım ilerliyor.

Mehmetİbish tarafından yayımlandı

Bu benim , içimden gelenleri, parmağımdan taşanları yazarak, gözümden dökülenleri fotoğraf olarak paylaşacağım, sevdiğim ve etkilendiğim filmleri yorumlayıp, favori kitaplarımdan küçük alıntılar yaparak edebiyatçılık, sanatseverlik havalarına gireceğim kişisel bloğum olsun.

Birisi “TÜRKLER GELİYOR” üzerinde düşündü

  1. Fransız kala kala..
    Yaşarken romanlar gibi olmalar..
    Dünya var mı?
    Haber veren olmadı..
    Vurmalı,çalmalı,oynamalı,söylemeli,söylenmeli..
    Yazarken Fransız gibi olmalar..
    Yazmaların türklerden haberi olmamalara doğru..
    Böyle benim İlerlemeler..

    Beğen

Yorum bırakın